İnsan, yaşamında bazen öyle dönemler yaşar ki; çaresizlik, umutsuzluk, mutsuzluk gibi duyguların pençesine düşmüş bir şekilde acı çeker ve bu duygular gün be gün benliğini tüketir… En sonunda dibe vurduğunu kendine itiraf etmek zorunda kalır zira artık daha da derinlere girecek bir alan kalmamıştır.
Gerek duyduğunda, risk almaktan çekinmeyen ve yaşamın bir figüranı olmak yerine başrolünü oynama cesareti sergileyen birçok insan, hayatlarında bir ya da birkaç kez bu dibe vurma durumlarını deneyimlemiş ve sonrasında çıkmayı başarmışlardır. Hayatta önemli başarılar elde etmiş ve bir iz bırakmış insanların yaşam öykülerini incelediğinizde bu gerçeği görebilirsiniz. Ancak hali hazırda ya da uzun bir süredir bu dibi yaşayan çokça insan da olabilir. Bu bağlamda bu yazımda yer alacak bilgiler, yaşadığı herhangi bir olay ya da olaylar silsilesine bağlı olarak kendisini dipte hissedenlere hitaben bazı öneriler içerecek nitelikte olacaktır.
Açıkçası biz psikolojik danışmanlar, genellikle danışanlarımıza tavsiyede bulunmaktan imtina ederiz; zira bu bir kişiye balık tutmayı öğretmek yerine balık vermeye benzer bir tutumdur. Danışanın gelişimine de pek bir faydası olmadığı gibi ona vereceğimiz balığın bayat, zehirli ya da onun vücudunun alerjisi olduğu bir balık olma ihtimali de bulunmaktadır. Zaten psikanalitik psikoterapilerde de tavsiye vermek bir karşıt aktarımın sonucunda oluşur ve aslında bu durum karşımızdakine empatiyle yaklaşmak yerine sempatiye geçtiğimize işarettir. Aslında ona tavsiye vermeye çalışırken bir nevi kendi bilinçdışımıza bastırdığımız ve yüzleşmekten kaçındığımız yaralı parçamızı iyileştirmeye çabalarız ama çoğu zaman da bu risktir; zira bize iyi gelecek olan karşımızdakine zarar verebilir. Bu bağlamda danışana tavsiye vermek yerine, onun kendi sorunlarının kaynağını ve çözümlerini bulmasına yönelik ona düşündürücü sorular sormak en makul tutumlar arasında kabul görmektedir. Bu yaklaşım danışanda kalıcı bir değişim yaratmak için et etkili yaklaşımdır, çünkü Sokrates’in de yıllar evvel vurguladığı gibi doğru cevaplar aslında bizim içimizdedir ancak birilerinin gelip bize birtakım açık uçlu sorular sorarak onları doğurtması gerekmektedir.
Ancak yaşamda karşı karşıya kalabileceğiniz öyle olaylar vardır ki, doğru yöntem olarak kabul ettikleriniz o noktada işlevsiz kalabilir. İşte o zaman bazı kalıpların dışına çıkabilmek etkili sonuçlar doğurabilir. Bu bağlamda dibe vurmuş bir durumda olarak tarif ettiğim ya da ağır bir depresyon içinde olan birisi için bu düşündürücü sorular genelde pek işi yaramayabilir; zira bir şeyleri düşünecek ya da sorgulayacak bir enerjileri ya da umutları kalmamış olabilir. İşte bu tarz durumlarda olanların daha çok ihtiyaç duyacakları şey, içinde bulundukları açmazdan kendilerini çıkarabilecek pratik bir çıkış yolu bulmak ya da bir bakış açısı geliştirmek olmaktadır. Bu yüzden bu yazımda yaşamında dibe vurma gibi bir durumu yaşayanlar için mümkün olduğunca açık ve net bazı önerilerde bulunacağım. Umarım bu önerilerimin, sessizce bir köşede durup yaşadığı derin acıların ve ızdırabın artık bir son bulmasını dileyen ve bekleyen birilerine faydası dokunabilir.
O halde, maddeler halinde ve basitten karmaşığa doğru ilerleyecek önerilerimize başlayalım:
1- Her ne olursa olsun olaya iyi tarafından da bakmakta fayda var:
Eğer dibe vurduysan, bu; gömülecek ya da dibe vuracak daha bir başka yerin kalmadığına işarettir ve böyle bir durumda gidilebilecek tek yön kalmıştır, o da yukarısıdır. Ünlü ‘`simyacı`’ kitabının yazarı Paulo Coelho der ki: "ok, ancak geri çekerek atılır. Hayat seni zorluklarla geri çekiyorsa, seni daha büyük bir şeye fırlatacağı içindir, nişan almaya devam et." Bu bağlamda eğer yaşamda dibe vurduğunu düşünüyorsan gerçekten istersen ayağınla tabanından destek alarak büyük bir sıçrama da yapabilirsin. Coelho’nun dediği gibi belki de içinde bulunduğun bu durum; hayatın, seni daha ileriye fırlatmasının bir nevi ön deneyimi olabilir. Hiç bu açıdan düşünmüş müydün?
2- Ne yap, ne et sakın umudunu kaybetme:
Aslında şu an bu satırları okuyor olman bile hala umudunun olduğunu göstergesidir ve umut ayakta kalabilmemiz için en önemlisidir bu yüzden de mitolojide Pandora’nın kutusu’nda son kalan olmuştur. Dolayısıyla hala umudun varsa bu, değişim için de bir yerlerde saklı duran gücünün olduğunun anlamına da gelir ve bu gücü ortaya çıkarmak senin elinde. Nazım Hikmet’in de dediği gibi: “yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak, unutma aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak.”
3- “Neden değişmek için çaba sarf etmeliyim?” sorusunun cevabını netleştir:
insan bazen dipteyken değişmek için çaba da sarf etmek istemez, hayatta hiçbir şeyin anlamı da kalmamış olabilir ve bu aşamada belki “bunu ne için yapayım ki?” sorusu zihnine takılabilir. Cevabını verelim: Bunu, öncelikle hiçbir zaman aynı eksende kalmayacak olan kendin için yapacaksın. Şöyle ki, bugün seni, bir şeyleri değiştirmekten alıkoyan parçan, senin topyekûnunu temsil eden bir durum arz etmiyor; sadece umutsuzluğa düşmüş bir parçan o. Oysa sen onun çok daha fazlasından oluşuyorsun ama içine girdiğin negatif durum sana, o umutsuzluğa ve de anlamsızlığa düşmüş parçanı, senin tamamınmış gibi gösteriyor. Bu yanılgı doğrultusunda hareket edip kararlar almaya kalkarsan çok yazık etmiş olursun.
4- Sevdiklerine karşı da sorumlulukların var:
Senin kendine karşı sorumlulukların olduğu kadar, seni seven, sana değer veren ve aranızda belli bir bağ oluşmuş insanlara karşı da sorumlulukların var. Bu durum, onları da üzmek ya da umutsuzluğa düşürmek gibi bir hakkın olmadığın gerçeğini açığa çıkarmakta. Dolayısıyla biraz da onlar için değişime yönelik adımlar atmalısın. Küçük Prens adlı o harika kitapta geçen şekliyle; “ömür boyu sorumlusun, gönül bağı kurduğun her şeyden”.
5- İyi haber şu ki, hiçbir hal kalıcı değil:
Bugün sana sanki hiç geçmeyecekmiş gibi gelen bu ruh halin ve içinde bulunduğun koşulların, bir gün gelecek ve geçmiş olacak. Sadece şu an için yaşadıklarına yüklediğin olumsuz anlamlar seni bu derece olumsuz bir duygu durumu içine soktu, anlamın değiştiğinde buna paralel olarak duygu durumun da değişecek.
Senden önce de dibe vuran yığınla insan oldu, onlar da senin gibi umutsuzluğa kapıldılar ve bir süreliğine yaşanılanların hiç geçmeyecek olduğuna inandılar ama birçoğu için o çok acı olan dönemler geride kaldı. Hatta bu insanlar, dipten çıktıklarında “ulan ne dipteymişim” ya da “bunu mu bu kadar kafama takmışım” gibi cümleler kurdular. Dolayısıyla sen lanetlenmiş biri falan olamazsın, senin de durumunun bu şekilde olumluya geçiş yapmaması için hiç bir neden yok; yeter ki oyunu kurallarına göre oynamayı bil ve bunun için gereken adımları at.
6- Duygularını kesinlikle bastırma:
Duyguların ifade edilmemesi ya da bir şekilde dile getirilmemesi, sendeki -yaşadıklarına bağlı olarak gelişen- negatif enerjinin boşalmaması anlamına gelir ve onlar sonrasında korkunç şekillerde açığa çıkarlar... Bu yüzden de mümkün olduğunca duygularını deşarj etmelisin. Bunu seni yargılamayacağını bildiğin bir yakınına, kedine, köpeğine, kuşuna duygularını ifade ederek yapabilirsin ya da duygularını yazarak, resim yaparak, şarkı söyleyerek/dinleyerek dışa vurabilirsin. Doğada kimsenin olmadığı bir yere çıkarak avazın çıktığı kadar bağırmak ya da küfretmek bile sana iyi gelecektir. Dolayısıyla ne yap et, duygularını sakın bastırma zira böyle yapman seni geriletecek ve süreci uzatacaktır.
7- Mümkün olduğu kadar eskiden sana iyi gelen şeyleri yeniden hayatına katmaya çalış:
Biliyorum dipteyken bunları yapmayı hiç canın istemeyecek ve bir direnç açığa çıkacak ama kendini bu konuda zorlamalısın çünkü beynin bu süreçte çok küçük bir alana sıkıştı kaldı ve bu alanda bir nevi patinaj yapıyorsun; o sıkışık alandan çıkabilmenin bir yolu da daha önceleri kullandığın nöronal yolakları ve sinaptik bağlantılarını yeniden aktive etmek. Spor yapmak, seyahat etmek, resim yapmak, film izlemek, eski arkadaşlarınla buluşmak, babannenle eskilerden konuşmak vs. artık daha önce yaptığında sana iyi gelen her ne varsa onu tekrar yapma konusunda kendini zorlamalısın.
Böyle davranmandaki temel amaç, bu yapacaklarından tekrar zevk alman değil bu arada, zaten ilk etapta zevk falan da almayacaksın ama bu sayede beyindeki mutluluk hormonları salgılatan merkezi tekrar aktive ederek sıkışıp kaldığın o sinaptik bağlantının ötesine geçebilirsin. Tabii bu değişim hemen mucizevî bir şekilde de olmayacak neticede beyinde nöroplastisite diye bir durum var, yani beyninin olumlu yöne doğru yoğrulması için biraz zamana, sabır gösteremeye ve sebat etmeye ihtiyaç duyacaksın. hiçbir şey yapamıyorsan bir süreliğine yaşadığın mekândan ortamdan uzaklaş; “tebdil-i mekân'da ferahlık vardır” sözü boşuna değil.
8- Bu süreçte çok yalnız kalma ve olayı tek başına halletme konusunda ısrarcı olma:
Bu, başvurulabilecek kötü yöntemlerden biri olur. Böyle yaparak bilinçdışının karanlık dehlizlerinde kaybolma ya da ruhsal anlamda dağılma riski de almış olursun. Hiç kimse bu tarz konuları tek başına göğüsleyecek kadar güçlü değildir ve bu şekilde davranma konusunda ısrarcı olmak aslında güçlü görünme çabasının bir ürünüdür, onun da altını biraz oyduğunda saklanmış bir güçsüzlükle karşılaşırsın. Ayrıca bu tarz durumlarda zihnimiz çok küçük bir alana sıkışıp kalabiliyor ve olaya farklı pencerelerden yaklaşamayabiliyoruz üstelik bunun zeki olmanla ya da olmamanla bir ilgisi de bulunmamakta.
Tüm bu sebeplerden dolayı bu süreçte etrafında mutlaka destek alacağın birileri olsun; illa senin için aktif birşeyler yapmaları gerekmiyor, onlara içine attıklarını duygularını paylaşman bile rahatlamanı sağlayacaktır. Hatta gerekirse bu konuda profesyonel bir destek almaktan da çekinme, belki ilk etapta beyin kimyasını düzenleyecek bir takım müdahalelerin yanı sıra olaya profesyonel bir bakış açısıyla yaklaşacak biri sana iyi gelecek.
Böyle durumlarda eğer anlayışlı birileriyse aile desteği almak da çok önemli. sakın aklına kendi derdinle onları da üzmek düşüncesi gelmesin çünkü aynı şeyi aynı nedenle onlar sana yapsalardı sen çok üzülür ve kızardın değil mi? O yüzden burada asıl bencillik, olan biteni paylaşmayıp onlardan yardım alma imkânın varken kendini daha kötüsüne mahkum etmen. Hem de ailen ya da yakınların böyle zamanlar için sana destek olmayacaklarsa başka ne zaman olacaklar? Dolayısıyla onlara da “iyi gün dostu” etiketi yapıştırmaya da bir son vermelisin.
9- Sorumluluğu alacak olan kişi sensin:
Bu süreçte ailen ve yakınların sana bir seviyeye kadar destek olabilirler ama dipten çıkabilmek için sorumluluğu üzerine almasını gereken yegâne kişi sensin. Kimse bu görevi senin yerine gerçekleştiremez.
10- Ne ile artık bağını koparman gerektiğini fark edip buna kabul vermelisin:
Bu hususta öncelikle feraha çıkabilmek için neleri değiştirebileceğini kendine dışarıdan tarafsız bir şekilde bakarak tefekkür etmeye, derin düşünmeye çalış. Eğer senin dışında gelişmiş ve değiştirmen gerektiğine kanaat getirdiğin bir husus tespit edersen bunun için adımını atman önemli, atılması icap eden o adımı at ve onu değiştirmek için gerekeni yap. Fakat bazen bizim dışımızda değiştirmemiz gereken herhangi bir şeyin olmadığı acı gerçeğiyle yüzleşebiliriz; böyle bir durum, değiştirmemiz gereken yegâne unsurun kendimiz olduğu anlamına gelir. işte o zaman o tarafsız gözlemi kendi içimizde yapmamız gerekir.
Bu tarz durumlarda çoğunlukla artık bir şeylerden vazgeçmemiz gerekirken sırf o vazgeçişimizin bizde yaratacağı duygusal acıyı göze alamadığımız için yok saydığımız bir durum söz konusudur. Dolayısıyla içinde bulunduğun halden kurtulmak için yaşamda karşına çıkan ve senin tarafından kabul edilmeyi bekleyen kaçınılmaz acın her neyse onunla artık yüzleşme cesareti göstermelisin. Bunu okur okumaz belki içinden bir ses hemen buna itiraz edecek ve hiçbir şey den kaçmadığını vurgulayacak ama tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki kazın ayağa hiç de öyle değil. Yaşamda vazgeçemediğin, terk etmediğin, bağını koparman gerekirken koparamayarak ısrarla tutmaya çalıştığın bir durum var ki sen dibe vurdun.
Bunun ne olduğunu anlayabilmek için biraz geniş ve tarafsız düşünmeye ihtiyacın olabilir. Bağını koparamadığın unsur; bitmiş bir ilişki, artık miadını doldurmuş bir düzen, ölmüş bir kişi, yitirilmiş bir sağlık, ekonomik bir kayıp, sende aslında hep olmuş olan ama hiç kabul etmek istemediğin çarpık bir düşünce, inanç, nahoş bir huy ya da duygu vs. olabilir. Eğer kendini biraz derinlemesine, egodan sıyrılmış ve tarafsız bir şekilde gözleyebilirsen, bunun ne/neler olduğunu bulabilirsin ve ancak onu fark edip onun senin bir gerçeğin olduğunu kabul verdiğinde o konuda değişimi başlatacak olan o ilk adımı atabilirsin. Aksi takdirde aynı döngü içinde kalmaya mahkûmsun.
11- Hakikati görmene engel olan savunma mekanizmalarını fark etmelisin:
Bazen yüzleşmemiz gereken hakikatimiz hemen açığa çıkmaz; zira terk derdi konforunu bozmamak olan egomuz, farklı savunma mekanizmalarını devreye sokarak bizi o alandan uzaklaştırma yoluna gidebilir ve emin ol egomuz bunu ustaca yaparken bizim ruhumuz bile duymayabilir. işte o zaman gerçeği ya da yüzleşmen gerekeni yadsımak adına egonun sana neler yaptırabileceğimi şu hususlara bir göz gezdirmekte fayda var diye düşünüyorum.
inkâr savunma mekanizması ve tipik inkâr cümleleri: “böyle bir olay benim başıma gelmiş olamaz”, “bu bir rüya olmalı” ve “her şey eskisi gibi olacak" vb.
pazarlık savunma mekanizması ve tipik pazarlık cümleleri: “eğer şu şekilde davranırsam bu başıma gelmemiş olurdu”, “şunu değiştirsem bu acı olayı yaşanmadan kontrol altına alabilirim.” , “keşke şöyle olsaydı, o zaman böyle olmazdı.”
öfke ya da yansıtma savunma mekanizması ve tipik yansıtma cümleleri: “olayı bu hale getiren ben değil, o”, “lanet olası hep senin/o şerefsizin yüzünden ” , “kahpe kader", "hepsi benim yüzümden", "ne günah işledim de beni buldun!" "şikayetim yaradana" vb. kısacası işi arabeske bağlamış olmak.
sorumluluk almama savunma mekanizması ve tipik cümleleri: “bu konuda değişmesi gereken ben değil o”, “bir kurtarıcı bekliyorum gelip beni tüm bu dertlerimden kurtaracak o.” , "bir mucize olacak ve her şey eskisine dönecek"
Paylaşılanlardan da anlaşılabileceği gibi egomuz bizi yüzleşmemiz gereken hakikatin uzağında tutma ya da çevresinden dolandırma konusunda çok ustadır. Eğer onun bu tuzaklarına kanar ve yukarıdaki savunma mekanizmalarının bir ya da birkaçında takılı kalırsan süreci uzatma ya da bir kısır döngü içinde kalma olasılığın çok yüksek. Bu şekilde davranarak aslında öğrenmen gerekirken dersini asan bir öğrenci gibi davranıyorsundur ve dersin hocasının bu tür sorumsuzluklara tahammülü olamaz ve seninle alakalı gereken neyse onu yapar, yani notunu kırar. Bu bağlamda bütünlemede takılı kalmamak için sergilenecek en makul tutum, hissedilebilecek acıyı göze alarak gerçeklikle yüzleşmek olacaktır. sana bu konudaki Goethe'nin şu sözlerini anımsatayım: “herkesin gizlice sokulduğu kapıları / cüret et sen ardına dek açmaya.”
Aslında işin özü şu: yaşamda bir şekilde bir kayıp yaşadın -bu kayıp dediğimiz şey; bir kişi, ilişki, para, mal, mülk, itibar, sağlık, huzur her şey olabilir- ve o kayıp karşısında tamamlaman gereken yas sürecini tamamlamayıp bir yerlerinde takılı kaldın. Bu durum da zamanla seni dibe çekti. Bir de şunu hicbir zaman unutma: yaşamda acı da var. bu bu dünyada maruz kalmak zorunda olduğumuz dualite ve onun bizde yaratacağı tekamülün ya da ruhsal dönüşümün gereği bu böyle... Bu hakikat karşısında bize düşen görev ise yaşamda karşımıza çıkan kaçınılmaz acıyı -yas sürecini- bir süreliğine deneyimlemek. Böyle bir yolculukta olan herkes için aynı kural geçerli ve Joseph Campbell'ın dediği gibi; eğer yürüdüğün yol tertemizse büyük bir ihtimalle bir başkasının yolundasın. Ve sen, bir başkasının yolunda yürümek için gelmedin bu hayata, kendi kaderinin dizginlerini eline almalısın yoksa onun vereceği yanıta bağlı kalırsın ve bu hususta ısrarcı olursan da bedelini eninde sonunda ruhsal olarak ödersin.
12- İrade sergileyip bir süreliğine acı çekmeyi ve konfor alanından çıkmayı göze almalısın:
Evet, tüm bu edinmiş olduğun farkındalıklar kendini dipten çıkarmak için yeterli olmayacaktır. Düşünce gücüyle falan da bunu değiştiremezsin, senin harekete geçmen lazım. Bu şekilde irade gösterip harekete geçerek bir süreliğine konfor alanından uzaklaşmak zorunda kalsan da aslında bu senin kabuk değiştirme sürecin olacak, doğal olarak kabuk değiştirirken biraz acıtacak ama sonunda yaşadıklarından dersler çıkarmış, kendini eskisinde daha bilge bir hale taşımış, yenilenmiş tazelenmiş hatta güzelleşmiş bir şekilde yeni hayatına “merhaba” diyeceksin.
Son olarak sana bir sır vereyim; değiştirmen gerekenleri gerçekten fark edip onları değiştirmek adına cesur adımlar atmaya başladığın takdirde, bu asil davranışından dolayı evren de seni gizil bir şekilde desteklemeye başlayacaktır. Yani bu süreç içerisinde sen kendini her ne kadar yapayalnız hissetsen de aslında o kadar da yalnız olmayacaksın, tüm evren senin arkanda… Dolayısıyla değişim için adım atma cesareti ve iradesi gösterdiğinde, korkmadan ve kararlı bir şekilde yürümeye devam et; zira bu sayede önemli bir eşiği geçecek ve gireceğin yeni alan, kaderinin değiştiği nokta olacaktır.
Şarkıda da geçtiği gibi: "Geçse de yolumuz bozkırlardan, denizlere çıkacak tüm sokaklar."